TARİHİN İÇİNDE AKAN NEHİR:HASAN HÜSEYİN
11 Mart 2025, Salı 17:46
TARİHİN İÇİNDE AKAN BİR NEHİR:
HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL
Ömer Turan
“kavuşmak özgürlükse
özgürdük ikimiz de
elleri çığlık çığlık
yan yana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
akıp gelmiştik”
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dizeleri, yalnızca bir aşkı anlatmıyor. Onun sözcükleri, devinim içinde. Akışkan, güçlü, durdurulamaz. Eller çığlık çığlık. İki dünya yan yana. Birbirine değen iki insanın değil, direnenlerin buluşması bu. Toplumun, sınıfların, halkların sesi yükseliyor bu dizelerde. Kavuşmak, aşkın ötesinde, mücadelenin bir parçası. İki dağdan kopup gelen hırçın su gibi… Hasan Hüseyin’in imgeleri, doğaya yalnızca bir dekor olarak yer vermiyor. Dağ, yalnızca bir yükselti değil. Onur, direnç, başı dik bir varoluş… Dağdan akan su, kendine yol bulan bir güç. Durdurulamıyor! Önüne set çekilse bile yolunu buluyor. Devrim gibi. Akış doğanın yasasıysa, toplumların da kendi akışı var. Nehirler nasıl engellenemezse, özgürlük de öyle. Su bir noktada taşar, barajı yıkar, zincirleri kırar. Ama o eller? Eller yalnızca bir temasın değil, bir çığlığın imgesi. Çalışanların, üretenlerin, emeğin izini taşıyan eller bunlar. Havaya kalkmış, hakkını arıyor. Toprağını isteyen köylü, emeğinin karşılığını isteyen işçi, susturulmak istenen gençlik… Onların çığlığı, bireysel bir özlem değil, toplumsal bir ses. Hasan Hüseyin, dizelerinde bunu duyuruyor. Aşkı ve direnişi, aynı dizede buluşturuyor. Çünkü onun şiirinde birey ve toplum, birbirinden ayrılamaz. Özlem, yalnızca birine duyulan değil, halkların birleşme isteği… 60’lar, 70’ler… İşçi grevleri, öğrenci yürüyüşleri, baskılar, eylemler… Şiir, yalnızca bir duygunun anlatımı değildir. Sözkonusu olan, yaşamsal bir mücadele. Kavuşmak, belki de bir büyük buluşma... Aynı düşü paylaşanların, aynı mücadelede yer alanların kavuşması… İki insanın ellerinin birleşmesi kadar, halkların birleşmesi de önemli. Özgürlük, ancak böyle kazanılıyor. Sartre, insanın özgürlüğünü kendi eylemleriyle yarattığını söylemiş. Özgürlük bir armağan değilse, onu nasıl var edeceğiz? Hasan Hüseyin’in dizeleri, bunu sorguluyor. O, akış halindeki bir güç gibi, durmaksızın hareket eden bir gerçeklik gibi görüyor özgürlüğü. Durgun bir varlık değil, devinim içinde bir değer. Çünkü özgürlük, en çok ona susamış ellerin açtığı çığlıkla şekilleniyor…
“gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası”
İnsan, belleğinde sakladığı sarsıntıları sözcüklerle onarmaya çalışır bazen. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dizelerinde de böyledir bu. Şiirini sözcüklerin müziğinden öte tarihin, toprağın, yoksulluğun ve isyanın sesleriyle dokur. Bir fırtınadan söz ederken, aslında kırılan yalnızca doğanın filizleri değildir. İnsanın umudu, direnci, umutları da aynı sert rüzgârla savruluyor. Bu, sadece mevsimlerin getirdiği bir değişim değil. Tarih boyunca, insanın elleriyle büyüttüğü her umudu kökünden söküp atan bir güç var. Bazen savaş olur bu, bazen seferberlik, bazen de ansızın değişen bir düzenin içinde kayboluş. O yüzden, “evler yemen türküsü” doludur. Evlerin içinde bekleyiş vardır, geriye dönmeyenlerin sesi vardır. Kaç evden Yemen’e gidenler geri dönmemiş ki? Ve kaç sokak, seferberlik yıllarının ayak seslerini duymamış? Hasan Hüseyin, bu sesleri duyar ve geçmişi şiirine taşırken, onu yalnızca bir anı olarak bırakmıyor. O geçmişi, hâlâ içimizde duyumsanan bir tedirginlik olarak anlatıyor. Olması gerekenin tam tersi. Yaşamın düzeni değişmiştir bir kez. Toplumsal bir kırılmanın, bireyin içine sinmiş karmaşasının anlatımıdır bu. İnsan alışılmış olanın dışında bir şeyle karşılaştığında, içinde belirsiz bir korku uyanır. Bilinmezlikle yüzleşmek kolay değildir çünkü. Tarih de böyledir, hep aynı döngüyü izler gibi görünür ama bir yerlerde ansızın değişir, beklenmeyeni getirir. Hasan Hüseyin’in dizelerinde zaman kaymıştır. Yazın içindeyken birdenbire sonbaharın serinliğini duyarız ve daha yeni başlayan bir şeyin, henüz olgunlaşmadan solgunluğa düştüğünü hissederiz…
“onlar hep yezit'tiler
ben hep hüseyin
onlar çöle akar gibi akıp gittiler
ben geldim buralara
fıratlaşarak
kerbelâ uzak değil
kerbelâ uzak değil
ben bilirim bu kavgayı
ağlama sen”
Şiirin sesi, yalnızca sözcüklerin içinde değil, onların çağrıştırdığı tarihin ve insanlık bilincinin derinliklerinde de duyulur. Hasan Hüseyin Korkmazgil, sözcükleri bir anlatı unsuru olarak kullanmaz sadece; onları direnen bir bilincin, zamanlar ötesine akan bir mücadelenin dili hâline getirir. Onun şiirinde tarih, düne ait bir gerçeklik olduğu kadar da bugünün ve yarının içinde büyüyen bir alevdir. Kerbelâ, burada bir tarihsel kesit olarak kalmaz, sürekli yeniden yaşanan bir acıya dönüşür. “Kerbelâ uzak değil” diyerek, acının ve adaletsizliğin mesafesiz olduğunu anlatır. Zulüm hiçbir zaman geçmişte kalmamıştır; her çağda, her toprakta, her insanın gözlerinde kendine yeni bir sahne bulur. Hasan Hüseyin’in dili, bu sahneleri açığa çıkaran, saklı gerçekleri görünür kılan bir keskinlik taşır. Onun şiirinde bir isyan saklıdır, ama bu isyan slogancı bir bağırıştan çok ötedir. İçinde mitlerin, efsanelerin, tarihsel olayların ve bireysel bir çığlığın iç içe geçtiği derin bir çağrı vardır. Fırat, bir nehir olmanın yanında, suyu özleyenlerin, yaşamdan koparılanların, susuz bırakılan adaletin adıdır da şairin gözünde. Çünkü o, kendini Fırat gibi görür. Bir su gibi akarak, çöllerin kuruluğuna inat bir direnç olarak var olur. Çöl, yalnızca coğrafi bir gerçeklik değildir onun şiirinde. Sevginin, merhametin, adaletin yitip gittiği bir metafordur. İnsanlık, bir çölde yürümektedir belki de, susuzluktan yanarak, ama yine de suyu düşleyerek. Hasan Hüseyin, işte bu düşü, bir inanca, bir mücadeleye dönüştürerek sunar. Bu yüzden, onun dizeleri bir ağıt olmanın daha derinidir. Bir çağrıdır. Geçmişi anımsamak için değil, bugünü değiştirmek için yazılmıştır. Kerbelâ'nın çölü, bugünün sokaklarına, meydanlarına taşınmıştır. Fırat, hâlâ akmaktadır, ama susuz bırakılanlar da hâlâ vardır. Şair, bize bu gerçeği unutturmamak için yazar. Zulme karşı direnenlerin sesi olmak için. Ve belki de en önemlisi, mücadeleye devam edebilmemiz için…
“öyle bir yerdeyim ki
ne karanfil
ne kurbağa
öyle bir yerdeyim ki
biryanım mavi yosun
dalgalanır sularda
biryanım çocuk parkı
çığlık çığlığa
öyle bir yerdeyim ki
anam gider allah allah
dölüm düşmüş sokağa”
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiiri, insanın içine düştüğü o tanımsız uçurumun, hem bireysel hem de toplumsal bir karmaşanın izlerini taşır. Öyle bir yerde durur ki şair, ne tam anlamıyla huzura erer ne de karmaşanın içinde kaybolur. Düşüncenin sınırlarını zorlayan, tek bir duyguya hapsedilemeyecek bir duyarlılıkla konuşur. Karşıtlıklarla örülü bir anlatımın içine yerleşmiş bilinçle… Sakin bir suyun içinde dalgalanan yosun kadar doğayla iç içe, çocuk parkında çığlık atan sesler kadar toplumsal bir gerilimle doludur. Hem doğaya ait hem de şehir keşmekeşinin ortasında sıkışmış. Sözcüklerin birbirine çarpa çarpa oluşturduğu bu şiir dünyasında, gelenekle güncellik, umutla umutsuzluk, saflıkla kirlilik yan yana durur. Karanfil ile kurbağa nasıl yan yana düşerse, insanın da içinde bu çelişkiler hep var olur. Kimi zaman mavi yosun gibi denizin dibinde hafifçe salınır, kimi zaman bir çocuk parkındaki çığlık gibi hırçın ve serttir. Duygular, tek bir çizgide ilerlemez. Bir yanıyla sessizliği, bir yanıyla yıkımı taşır. Hasan Hüseyin, işte tam da bu çatışmaları en saf haliyle ortaya koyan bir şairdir. Dili süslemeye, sözcükleri olduğundan farklı göstermeye çalışmaz. Onun şiiri, gerçeğin ta kendisidir. Dizelerin arasına sinmiş o kaçınılmaz kopuş, geçmişle geleceğin, gelenekle modernitenin, bireyle toplumun arasındaki gerilimi gözler önüne serer. “Anam gider Allah Allah” diye inlerken bir kuşak, sokağa düşen yaşamlar, yoksunluğa terk edilen kuşaklar belirir gözümüzün önünde. Göçlerin, yoksulluğun, çaresizliğin şiire sızmış bir izi vardır burada. Anadolu'nun köklerinden koparılan, şehirlerin acımasız duvarlarına çarpan bir haykırıştır. Sıradan gibi görünen nesneleri, alışılmadık bağlamlarla bir araya getirir. Şiirinde yalnızca bireysel bir sıkışmışlık anlatılmaz. Tarih vardır, toplum vardır, bir çağın ağırlığı dizelerinin içine sinmiştir ve öyle bir yerde durur ki şair, hem anlatır hem susar…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.