ŞİİR EVİ KURAN ŞAİR: BEHÇET NECATİGİL
09 Nisan 2025, Çarşamba 12:01
ŞİİR EVİ KURAN ŞAİR: BEHÇET NECATİGİL
Ömer Turan
“İlk sevgili güldü yitik anılardan
Mutsuz, yalnız
Sessiz kınamanızı, utançlarda küçülmüş
Aldım, geri döndüm.”
Behçet Necatigil, şiiri kendi iç dünyasının aynasında çoğaltırken, yaşamın sıradan görünen ayrıntılarından derin anlamlar çıkarmakta ustadır. Onun şiirinde insan, çoğunlukla yaşam karşısında kırgın ve tedirgin bir varlık olarak konumlanmakta, geçmişin tozlu yollarında unutulmuş anılar, duyumsanan duygularla birlikte yeniden doğmaktadır. Şair, zamanı parçalarına ayırıp yeniden örerken, dilini incelikli imgelerle bezemekte ve okuru imgelerin çoğul çağrışımları içinde dolaştırıyor. “İlk sevgili güldü yitik anılardan,” dizesi geçmişin o unutulmuş odalarında hapsolmuş duyguların anımsanışını simgelerken, zamanın uzak sularında kederle karışık bir gülüşün izleri ışıldıyor. Şairin sözcükleri derin ve imgesel bir estetik kurarken, sevgili, geçmişin şiirsel bir simgesi olarak çıkıyor karşımıza. Çünkü Necatigil'de sevgi ve sevgili kavramları, yalnızca bir insana yönelik duygu boyutunu aşıyor ve yaşama, zamana ve düşlere doğru evrilerek genişliyor. “Mutsuz,” diye sürer dizeler; buradaki mutsuzluk salt bir karamsarlık hâli olmaktan öte, yaşam karşısında alınan bir varoluş tavrıdır aslında. İnsanın dünyayla olan çatışmasını, içsel hesaplaşmasını imler... Necatigil şiirini, iç dünyalardan süzülmüş imgelerle kurarken, dilindeki yalın ve derin hüzün, mutsuzluğun insanın varlığındaki kırılgan noktayı işaret ettiğini vurgular. Şair, modern şiirin zor imgelerini sadeleştirerek incelikli biçimde sunar okuruna… Dil, yaşamın hüznünü, yitirişin kaçınılmazlığını ve insanın kaçamayacağı yalnızlığını üstlenir onda. Necatigil’in şiirinde sıkça görülen içe dönüklük hali, dizede geçen “Sessiz kınamanızı, utançlarda küçülmüş” dizimiyle belirginleşiyor. Toplumsal baskılar ve insanların birbirini örtükçe yargılayan tutumları, dizelerdeki bu örtülü kınamalarla ortaya çıkıyor. Şair, insan ilişkilerindeki uzaklaşmayı ve insanın kendi içindeki küçülme, daralma duygusunu duyarlı imgelerle aktarıyor. Utanç duygusu, burada insanın toplumsal bağları içinde yaşadığı gerilimleri ve kendisiyle hesaplaşmasını da simgeleyerek katmanlı okumalara imkân verir. “Aldım, geri döndüm.” Necatigil şiirinin kilit noktasıdır bu dize; yolculuk tamamlanır ve kişi, içsel yolculuğunun sonunda yeniden kendine döner. Dizelerin bütününde yer alan bu döngüsel yapı, Necatigil'in şiir anlayışının özünü oluşturur: İnsan yaşadığı her şeyi sonunda yine kendine taşır. Yaşam denen karmaşanın içinde parçalanan duygu ve anılar, sonunda kişiye geri dönmekte, onda yeniden şekillenmekte... Bu içe dönük hareket Necatigil'in şiirsel dünyasını ve içsel derinliğini besleyen önemli kaynaklardan biridir…
“Boşlukta dönen yıldız
Işık ışık bölündü.
Renkli maytaplar
Çocuğun üstüne döküldü.
Çocuk hemen uyudu
Uykusunda güldü.”
“Boşlukta dönen yıldız,” geceyi saran karanlığın üstüne ince bir iz bırakıyor. Gökyüzü, içe doğru kıvrılarak bu dönüşü saklıyor sanki. Dönüş, sıradan bir yörünge izlemekten çok, zamanın kendine temas edişi… Bu dize, şimdi karanlığın en derin katmanı… O yıldız, öteyi göstermiyor artık; yakına, çok yakına değen bir parıltı sunuyor. Gözle görülmeyen ama sezgiyle duyumsanan bir ışık bu. İçe çöken, dışa genişleyen, varlığını bölerek çoğaltan bir ışık… “Işık ışık bölündü.” Bu dize, bir varoluş biçiminin çoğaltılmasını çağrıştırıyor ve her bölünme, kaybı değil kazanım aslında… Işık, kendi doğasını bölerek çoğalıyor. Karanlığın içinden sezilen bu çoğalma, çocukluğun derinlerinde uyanan yeni imgeleri harekete geçirmekte. Zaman, burada doğrusal değil artık… O an, çocukların uykuya geçmeden hemen önceki o içe bakan parıltıyla örtüşmekte. Bir eşik zamanı bu; ayraçsız, tanımsız ama yoğun. “Renkli maytaplar / çocuğun üstüne dökülüyor.” Dize, anı değil düşü betimliyor daha da. Maytapların ışığı, ne gürültü çıkarıyor ne bir telaş... Gövdeden çok belleğe inen bir düşüş bu. Parıltıların sesi yok ama dokuya işleyen bir dili var. Bu ışımalar, düşe dönüşen gerçekliği çoğaltıyor. Her bir ışık kıvılcımı, geçmişin ve şimdinin sınırını silmekte ve çocuk, ışığın ortasında gülümsüyor. Bu gülüş, sözcükleri aşan, kavramların sınırını zorlayan bir anlatım. “Çocuk hemen uyuyor.” Uyku burada ışıktan dokunmuş örtü gibi ve sessiz kabulleniş… Bir başka dünyaya süzülme anı. Uykunun içi boş kalmıyor artık. Işıkla, düşle, sezgiyle dolmakta. Çocuk, bütün bu büyünün tam ortasında uyuyor. Ve sonra: “Uykusunda gülüyor.” İşte dizelerin kalbi burada atıyor. O gülüş, şiirin yazılamayan dizesi… Ne anlatılıyor ne anlatılabiliyor. Ama o gülüşle birlikte şiir de tamamlanıyor. Sözlerin bittiği, sezgilerin başladığı yerdeyiz artık. Çocuk, gördüğü düşü anlatamıyor. Anlatması da gerekmiyor. Çünkü düş, gülüşle dışa vurulan imge. Bir yıldız dönerek, ışık bölünerek, maytaplar dökülerek konuşuyor. Behçet Necatigil’in dizeleri, düşsel bir coğrafya çizmiyor -o coğrafyanın havasını duyumsamamızı da sağlıyor.- Uykuya kayan çocuk, yaşam ile bilinmeyenin arasındaki çizgide gülümsüyor. Bu çizgi, içli bir dokunuş... Şiirin en derin yerine yerleşiyor bu dokunuş…
“Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.”
Behçet Necatigil’in şiirinde zaman, sözcüklerin dokusunda gürültüsüzce dolaşıyor. İçsel bir saat işliyor orada; içeriye, içe çalan, sessiz bir ritim. Bu dize dizilimi, yaşamın cümle aralarında sıkışıp kalmış o geç fark edilen ağırlığını taşıyor. Geniş zamanların umudu, o genişliğe sığmayan bir bekleyişe dönüşmekte. Sevgiyi dillendirme arzusunun, dilin en dar anlarında nasıl sıkıştığını duyumsatıyor. Necatigil’in şiiri, dışa yazılmamış iç günlükler gibi... Her dize, bir çekmeceyi usulca açıyor. İçinden çıkanlar, okunmaktan sararmış mektuplar, yarım kalmış cümleler, bir zamanlar el sürülmüş fakat dile dökülmemiş duygular… Çünkü onun şiirinde açıkça konuşan bir anlatıcı yok. Kırık aynalarda kendi yüzünü seyreden bir bakış var. Kendiyle konuşan, kendiyle anlaşan… O yüzden Necatigil’in şiiri hiçbir zaman bağırmıyor, ama içe işleyen yoğunlukla soluk alıyor. “Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek” dizesi, bütün çağların kararsız kalmışlarına sesleniyor bir bakıma. O ‘dar vakit’, zamansallıktan öte sıkışmışlığın, konuşamamanın, eyleme geçememenin anlatımı... Sevmek kadar, o sevgiyi dile getirme biçimi de şiirin merkezine yerleşiyor. Ve burada, Necatigil’in şiir anlayışı kendini gösteriyor: her sözcük, yerini zamanın en dar köşesinden alıyor. Necatigil, şiiri bir ev olarak kuruyor. Dizeleri de, o evin odalarında gezinen bir içtenlikle dolu. Eşyalar yerli yerinde durmuyor, şiir onları sürekli başka bağlamlara taşıyor. Dilin alışkanlıklarını bozan, anlamın alışılagelmiş güzergâhlarını saptıran bir eylem içinde... “Yılların telaşlarda bu kadar çabuk / Geçeceği aklınıza gelmezdi.” Burada, zamanın seyriyle oluşan o eksik kalmışlık duygusu konuşuyor. Şair, yaşanmışlıkla yaşanamamışlık arasında bir çizgide... Bu çizgi, şiirin iç sesini belirliyor. Her geçen yılın ardından, dile getirilmeyen bir sevgi, yaşanmamış bir an, söylenmemiş bir söz bırakılıyor. Ve işte tam da bu noktada, Necatigil şiirinin en ayırt edici özelliği ortaya çıkıyor: şiir, eksiklikten doğuyor. Tamamlanmışlığa övgü yok burada. Kırık olan, yarım kalan, biraz ötede unutulmuş olanın izinde yürüyor... Dizelerdeki imgeler, gerçekliğin içinde sarmalanmış düşsel kabuklar taşıyor. Necatigil, bu kabukları soymadan konuşuyor…
“Bir ışıktı yanardı gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık–
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.”
Gecenin ortasında, bir lambanın camında kırılmış çocukluğun soluğu dolaşıyor. “Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar” dizesiyle, kendi içine tutulmuş bir aynayı kırıyor Behçet Necatigil. Bu kırılışın sesi, uzun bir iç çekiş olarak geziniyor odalarda. Şair, böylece içindeki fısıltılara dönerek kuruyor dizelerini. Sessizlikten çok suskunluğu anımsatan bir şiir dili bu; konuşmanın değil, susmanın içinde büyüyor. Necatigil, evi bir iç dünya olarak kabul etse de, dışarıyla bağlantısı kopmuş bir koza gibi de anlatıyor. O kozada bir çocuk yatıyor çoğu kez, annesinin eşiğinde, babasının bakışında... Şiirlerinde evin içinde kaybolan eşyalar kadar, eşyaların içinde kaybolmuş kişiler de dolaşıyor. Bir bakıyorsun, koltukta oturan adam, koltuğun kumaşına dönüşmüş. Bir bakıyorsun, kadın pencereyle bütünleşmiş. Akşamın çiçekleri uykuya yatarken, insan da bir nesneye dönüşüyor: “Akşam, çiçekler uykuya yattı, / Sardı karşı kıyıları karanlık” dizesinde o ağır ve sinsi çöküş beliriyor. Karanlık bir örtüden çok, anımsamanın yoksunluğu olarak yerleşiyor dizelere. Karşı kıyılar, geçmiş, ulaşılması imkânsız bir yer olmaya başlıyor. Necatigil’in şiiri, bir kaybın diliyle örülmekte. Bu dil, soyulmuş bir dil... Her dize, fazla yükünü atmış, çıplak bir bakış olmuş. Necatigil, imgeleri yaşantının kırık anlarından devşiriyor daha çok. O yüzden, “Bir ışıktı yanardı gecelerde” dizesi, sıradan bir gece betimi sunmuyor. O ışık, çoktan gitmiş olanın anısına dönüyor. Her gece o anı, yeniden parlamakta, her sabah yeniden sönmekte. Bu devinim kapanıp açılan bir yara gibi. Kapanmıyor… Sürekli yeniden açılmakta. Behçet Necatigil’in şiiri, anlatmaktan çok ima eden bir çizgide ilerliyor. Sözler yerleşmiyor, sezdiriyor. Okurdan sürekli bir içe eğilme, dizelerle birlikte içine çekilme istiyor. O içe dönüşte, okur da kendi lamba kırıklarıyla karşılaşıyor. Bu dizeler de, o yolların taşlarıyla örülüyor. Necatigil, şiirinde hep bir iç mekân arayışıyla yürüyor. O mekân, dışsal olarak tanımlanamıyor; bir ev değil, bir sokak değil, bir zaman dilimi değil. O mekân, okurun kalbinde kurulmakta... Her okunuşta yeni bir odaya giriliyor. Her dizede başka bir eşyayla karşılaşılıyor. Bazen o eşya bir lamba oluyor, bazen bir saat. Ama hiçbir şey zamanı göstermiyor. Çünkü zaman, bu şiirlerde ileriye değil, içeriye akıyor. Bu içeriye akan zaman, geçmişin değil; şimdinin çoğulluğunda dalgalanıyor. Necatigil, geçmişi bugünde aramakta. O yüzden dizeleri zaman çizgisine yerleşmekten çok, o çizgiyi eğip büken bir imge gibi ilerliyor her daim…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.