İstanbul
31 Mart, 2025, Pazartesi
  • DOLAR
    36.69
  • EURO
    39.96
  • ALTIN
    3523.1
  • BIST
    10.841
  • BTC
    83170.167$

REFİK DURBAŞ’IN ŞİİRİNİ SEVİYORUM, ÇÜNKÜ

25 Mart 2025, Salı 14:28
REFİK DURBAŞ’IN ŞİİRİNİ SEVİYORUM, ÇÜNKÜ

REFİK DURBAŞ’IN ŞİİRİNİ SEVİYORUM, ÇÜNKÜ

Ömer Turan

Onun dizelerinde gündelik yaşamın nabzı atıyor, sokakların diliyle konuşuyor, suskun kalmış insanları söze dönüştürüyor! Şiirlerinde karşılaştığım imgeler, bireysel alanın ötesine uzanarak toplumsal belleğin katmanlarında sesini bulan duyarlılıklarla örülü. Dizelerinin çoğu, emekçinin uykusuz gözlerinden, bir yaşlının ağır adımlarından ve kadınların direncinden besleniyor. Sözgelimi “Erkenden açılır dükkân / sevda ile yalnızlıktan başka / dizilir uykusuz tezgâha / ince tül, gamlı ruj ve hazan” dizelerinde bir sabah betimlenmiyor ki, sınıfsal bir yorgunluk, toplumsal bir yoksunluk da dile geliyor. O dükkânda satılanlar, umutla tükenen bir yaşam biçimi artık…

Durbaş’ın şiiri, kentsel yoksulluğun içinden geçerken, göçle savrulmuş ailelerin paramparça anılarında gezinir. Çarpık kentleşmenin sarkık yüzünde, unutulmuş mahallelerin paslı çeperinde bir hayalet gibi dolaşır. “Çıplak taş, demir kapı, sessizlik / sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr” dediğinde, bir tutsaklığın ötesine geçerek; emeğiyle yitenlerin, sabahı düşünerek uyanan işçilerin, uzun suskunluklara gömülmüş yoksulların gündelik yazgısını duyumsatıyor. Bu dizelerde sessizliğin kendisi konuşur! Rüzgârın tutuklandığı bir sestir bu; demir kapı, dört duvarla çevrili bir mekânı simgelemekle kalmıyor, toplumun görünmeyen eşiklerini, çatlamış merdiven diplerini, içe gömülmüş çocuklukları da simgeliyor güçlüce. Betonun içinde büyüyen yalnızlıkları, kapı aralığından sızan yoksulluğu, göz göze gelmeyen bakışları... Her şey orada, o çıplak taşın üstünde, kırılmış bir oyuncak gibi kalakalmış yaşamın kendisinde saklanıyor.

Refik Durbaş’ın şiirini seviyorum, çünkü onun şiiri, yalın ama derinlikli bir toplum çözümlemesi sunuyor. Ne öğüt salıyor ne söz veriyor; yalnızca gösteriyor: Bir çocuk işçinin ellerindeki boya lekesini, yaşlı bir kadının kırışık alnını, sabah dolmuşlarına binen uykusuz insanları... Gösteren, ancak yargılamayan bir söylemle kuruyor şiirini. Şiirlerinde tekil bir teslimiyet değil, yaşamın çok katmanlı gerçekliği; edilgen bir bekleyiş değil, eylem duygusu ağır basıyor.

Ve “Babamın öldüğü yaştayım artık / gurbeti sıla, sılası hicran / bir de yalnızlık / arkadaşım olsa da” derken, şair burada kendini anlatmıyor; bugünün yorgunluğunu da önümüze koyuyor. Bu sözler, insanın geçmişine dönüp bakarken duyduğu özlemden fazlası aslında... Şimdi, taşrada bir evin sessiz odasında oturuyor gibi hissediyoruz kendimizi. Kiremitlerin üzerinde kuşlar susuyor, mutfakta çay demlenmiyor, duvardaki takvim eskimeye devam ediyor. Her şey aynı yerde duruyor gibi, ama hiçbir şey eskisi gibi değil! Göç artık eylem değil, dağılma... İnsan bulunduğu yeri terk etmiyor sadece; anlamını, yerini, geçmişini de geride bırakıyor. Geriye kalan ne toprağın kokusu ne de birinin sesi. Toz gibi havada asılı kalan bir belirsizlik. Babasının yaşına gelen kişi, aynaya bakarken kendi yüzünde başka birini tanımaya çalışıyor. Ne o babası gibi biri, ne de bambaşka biri. İkisinin arasında, tanımsız bir yerde duruyor. Sözlerin ardında sessizlik büyüyor. Bu yalnız bir insanın yaşadığı bir içe kapanma durumu değil. Tüm bir kuşağın ve toplumun konuşmadan uzaklaşma hali... Büyüklerin sustuğu, çocukların uzaklaştığı, evlerin boş kaldığı bir zaman dilimindeyiz. Kentle taşra arasındaki çizgi artık bulanık. İnsan hangi yana yürürse yürüsün, kendine bir yer bulamıyor. Çünkü şimdi, dizeler susuyor, ama yaşananlar susmuyor!

“Onlar ki aydınlık üzre / ecel toprağına / umut / ektiler. Ay dolandı vay deli gönlüm / ölüm şaşırdı menzilini” dizelerinde ise direnişin soluğu var. Bu sözlerde, iş cinayetlerinde yitip giden emekçiler, barikatlarda direnen gençler, kaybolmuş geleceklerine rağmen umut eken insanlar başat konumda... Refik Durbaş’ın şiiri, herhangi bir sistemin isteğine sığınmadan, doğrudan insanın ve toplumun karşılaştığı adaletsizliklere karşı söz alıyor. Ölüm bile yönünü şaşırıyor bu umut karşısında, çünkü toplumsal dayanışmanın ve insani değerlerin içsel gücü beliriyor her dizede.

Onun dizelerinde karşılaştığım her sözcük, sokakta yürüyen bir işçinin ayak sesi... Her dize, mahalle arasındaki çocuk parkının boş salıncağı; kederli ve gerçek... Bu yüzden seviyorum Refik Durbaş’ın şiirini; her imge, geçimini zorlukla sağlayan bir annenin ellerindeki çizgi gibi derin… Baktıkça okursun, okudukça susarsın, sustukça içine işleyen bir sızıya dönüşüyor! O, sınıf bilincini bir düşünce düzleminden öte dilin ta kendisinde, anlatımın dokusunda örüyor. Çok uzağa gitmez, hep içimizde bir yerde durur ve zaman zaman, tek bir dizeyle yüzümüze çarpar: Ölüm şaşırdı menzilini!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.