GÖVDENİN DUYGUSAL HARİTACISI: ARKADAŞ Z. ÖZGER
17 Nisan 2025, Perşembe 11:37
GÖVDENİN DUYGUSAL HARİTACISI: ARKADAŞ Z. ÖZGER
Ömer Turan
“başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun”
Kimi söyleyişler, bir çiçeğin sabahleyin açarken gösterdiği utangaçlığa benziyor. Arkada duran bir sesin, hâlâ içeride kalmayı yeğlemesine… O ses, arkaya yerleşmiş duyarlılıkların izi çünkü. Arkadaş Z. Özger’in şiirindeki “başını omzuma yasla” çağrısı tam da böylesi bir çekilmeden doğuyor. Bu çağrı, daha çok içe dönük, bir tür iç sığınak, sitemden öte… Özger’in dizelerinde açıkça görünmektense içeriden duyulmak istiyor o söylemler. Dış dünyanın o sertleşmiş kıyılarına karşı, yumuşak bir iç denge arayışı. Taşımak fiilini seçiyor şair, “göğsümde taşıyayım seni” derken... Sanki zamanın yüküne karışmış bir bedenin, sevdiğini bedenine eşlemeye çalışması. Özger’in şiiri, burada, bedeni salt fiziksel bir varlık olmaktan çıkarıyor. Beden, bir geçit. Bir başka bedeni içine alan, kendine yerleştiren, kendine bağlayan, kendine yoldaş kılan geçit… Bu dizelerde, aşktan öte bir yakınlık kuruluyor. Özger’in şiiri, alışıldık tutkulu anlatılardan beslenmiyor. Coşku taşkınlığından yoksun bir sevme biçimi bu. Sessiz bağ değil bu; şefkatin dirimli hali… Yaşarken büyüyen, nefes alan, arayan, bulan bağlılık biçimi… Arkadaş Z. Özger’in dizeleri açıklıkla örtüklük arasında salınmakta. Sözcükler, sezginin en ince zarında geziniyor. Bir yanda siyasal ve toplumsal izler, öte yanda duyumsal, tensel anlatı… Özger, her dizede hem kendini hem dünyayı anlamaya çalışıyor. “Gövdem gövdene can olsun” dizesi ise tensel yakınlığın ötesinde, özsel bir birleşmenin sözü neredeyse. Şair, bu dizede kendi varlığını ötekinin yaşamı için sunmayı amaçlıyor ve şiirinde sınırlar bulanıklaşıyor böylece… Özger’in dizeleri cinsiyetin keskin tanımlarını eğip bükmekte. Bu nedenle onun şiiri, hem kırılgan hem güçlü. Hem çekingen hem cesur. İçinde çelişki taşımakta ama o çelişkiyi bir dönüşüm olarak yaşıyor. Dizeye dönüşmüş bu cümleler, aslında bir yaşam biçiminin ipuçları… Arkadaş Z. Özger’in şiiri, dışavurumdan çok içe yansıtma. Sesin uğradığı yerin izini sürmek. Onun şiiri, yaralanmışlıkla beslenen ama o yarayı yüceltmeyen bir damar taşıyor. Şiirlerinde sıkça rastlanan bu tür tensel çağrılar, erotik olmaktan daha öte duygusallık içeriyor… Tenselliği bir duyarlık biçimine dönüştüren, cinselliği değil bedensel içtenliği öne çıkaran şiir anlayışı var Özger’in. Bu üç dizede toplanan duyarlık, çoğul hissedişin sesi. İç içe geçmiş zamanların, kimliklerin, arzuların, acıların ve umutların… Çünkü Özger’in şiiri, henüz tamamlanmadı. Her okuyuşta yeni bir beden bulacak kendine. Yeni omuz, yeni göğüs, yeni can. Onun şiiri, yaşamaya devam ediyor, hâlâ…
“Kalbim!
sen varsın
sen tökezleyen bir şarkı değilsin
ne de uzun, yanık havalı türkü
sen kendinin ezgisisin.”
“Kalbim, sen varsın,” diyor şair. Şiirin tam ortasına bırakılmış, bildiri, iç çekiş bu. İçimizde yürümekte olan özneyi, orada kendi soluğuyla var olan şeyi konuşmaya çağırıyor sanki… Arkadaş Z. Özger’in şiirinde kalp bir duruş aslında. Kalp, kendi ezgisini yürütüyor şimdi ve yürürken her adımıyla şiirin yönünü değiştiriyor. O ezgi, doğrudan anlamın kapılarını aralamıyor. Aksine, sezgisel çağrışımlarla kuruyor kendini… Özger’in şiirinde anlam, belirli sınırların içinde durmuyor; her dizede buharlaşıp yeniden doğuyor. Şiiri çözmeye çalışan göz, hemen her dizede yanılıyor. Çünkü o göz çözüm peşinde, oysa şair sezgiyle örüyor sözcüklerini; kurmuyor, akıtıyor. “Sen tökezleyen şarkı değilsin,” derken sanki şunu söylüyor: Bu şiir kolay çözülmez, çünkü tökezlemek düşmeye yakın durmak demektir. Oysa burada kalp düşmüyor, dalgalanıyor. Kalp, sendelemeden ilerliyor; doğrudan, yalın yürüyüş bu, ama şiirin gülümseyen direnişiyle yürüyen iç ritim... O direniş, “ne de uzun, yanık havalı türkü”lerle, oradan uzaklaşan ezgilerde sürmekte. Geleneksel anlatım biçimlerinin dışına çıkıyor; duyguyu doğrudan verip tüketmiyor. Duygu, sözcüklerin arasında titreşmekte... ama Özger’in şiiri, insanı dar tanımların içine sıkıştırmıyor. Tam tersine, şiir onun için var olma biçimi, özgürleşme yolu… O yol, kalbin kendi ezgisini çalmasıyla başlıyor. Özger, duyarlılıkla kurduğu dizelerinde belirsizlikleri el üstünde tutmakta. Kimi zaman sevgiliye seslenir, kimi zaman isimsiz öfkeye… Ama bu seslenişler hiçbir zaman düz çizgi izlemez. Dize, kimi zaman yarım kalır, kimi zaman devrilir. Bu devrilmeler eksiklik, bilerek yapılmış çarpıtmalar. Çünkü Özger, anlamı parçalayarak yeniden kurmakta. “Sen kendinin ezgisisin,” derken çağrıyı sonlandırmıyor, onu yeniden başlatıyor. Bu dize, şairin şiir anlayışında merkezde: Kendin ol, kendi sesinle yürü, kendi yolunu bul. Burası hem politik hem şiirsel duruş... Kalbin sesi dıştan alınmış ses; doğrudan kendinden doğmakta… İşte bu yüzden Özger’in şiiri, başkasının diliyle konuşmuyor; kendi dilini oluşturuyor. Onun şiiri, tanıdık imgelerle yürümüyor. Her dize, hem yeryüzünün çatısından sesleniyor hem de o çatıyı kaldırmaya çalışıyor. Yer yer çocukluğun ıslak sokaklarını anımsatan imgelerle yumuşuyor; yer yer içsel başkaldırının karanlık odalarında yoğunlaşıyor. Ancak o oda hiçbir zaman karanlıkta bırakılmıyor; çünkü Özger, her karanlığın kenarına küçük gülümseme bırakıyor. Bu yüzden Özger’in şiiri de başka şiirlere benzemiyor. Onun şiirinde duygu, sarsıcı incelikle, neredeyse parmak ucuyla dokunarak veriliyor. Bağırmadan, yüksek perdelerden konuşmadan, içeriye yönelerek… Çünkü o, dış dünyayı anlatmıyor; iç dünyada kırılmış, eksilmiş, ama direnmiş olanı anlatıyor. O yüzden “sen varsın” demesi, sürekli yeniden kurulan bir varlığı imgelemekte…
“Pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanır”
Pencereyi açmak ne anlam taşır ki şiirde? Kendine bakmanın, içinden taşanın, dışarıya dökülerek çoğalmasının imgesi mi olur bu eylem? Arkadaş Z. Özger'in şiirinde pencere, yaşamı kuşatan, anlamı çoğaltan ve dünyaya ulaşmanın aracına dönüşüyor. Şair, şiirin varlık bulduğu anda, pencerenin açıldığı o yaşam dolu noktada duruyor sanki… Açılan pencere, her türlü kapalılığa, sıkışmaya karşı verilmiş güçlü bir cevaba dönüşüyor onda... “Sesin sarsın dünyayı,” dizesinde titreşen güçlü bir çağrı var… Bu ses, içtenliğin, yüreğin özgün titreşiminin duyurulmasıyla ortaya çıkıyor. Özger'in şiirinde ses, alışıldık tanımını aşarak kendisini salt işitsel sınırların ötesine taşıyor ve içinde bulunduğumuz yaşamın ve duygularımızın tüm alanlarını kapsamaya başlıyor. Sarsıntı, harekete geçiştir; yerleşik kalıpların, donuklaşmış kabullerin kırılarak yaşamın yeniden algılanmasını sağlar… Ses, bu anlamda şiirin kendisi olur onun dizelerinde. Arkadaş Z. Özger'in şiir dünyasına yaklaştıkça görürüz ki şiir, onun anlayışında özgürlüğün dili, başkaldırının soluğudur hep… Kapalı kalmış duyguların, saklanmış kimliklerin ortaya çıkışı, konuşmanın, kendini anlatmanın cesaretidir de ayrıca… Çünkü şiir; özgürleşmenin, gerçekliğin açığa vuruluşunun adıdır Özger'de. “Duyulur elbet ta ötelerden” derken şair, sesin uzanabileceği uzaklıkları imlemiyor sadece; yüreğin, bilincin, içsel dünyanın uzak köşelerinde gizlenmiş, unutturulmuş anlamları da içeren bir derinliği de anımsatıyor. Bu dizedeki öteler, insanın kendi iç dünyasının, var oluşun ve duyarlığın keşfedilmemiş bölgelerini anlatıyor bize… Özger'in şiirinde imgenin katmanlaşmış yapısı, sözcüklerin sıradan anlamlarının dışına taşarak çok daha derinlikli bir yaratımı gerçekleştiriyor. Dize dize kurulan söylem, insanın kendi kendine yaptığı uzun ve bitimsiz yolculuğun şiirsel izdüşümlerini çağırıyor zihnimize. “Yürek kendini tanır” diyor şair. Kendini tanıma, şiirin kalbinde atan güçlü bir duyarlılık noktası oluyor. Özger'in şiirinin odak noktası, insanın kendi iç gerçekliğiyle yüzleşmesini ve duyumsadığı acıyı, sevinci, var oluşun tüm sancılarını şiir aracılığıyla dışa vurmasını sağlayan bir gücü barındırıyor içinde. Şiir, bu yolda insanın içe dönüşünün, kendisini yeniden ve gerçekçi biçimde tanımasının dili oluyor. Arkadaş Z. Özger'in şiiri, yaşamı anlamlandırmanın yanı sıra, insanın iç dünyasındaki sancılarını, düş kırıklıklarını ve sevinçlerini de bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Çünkü şiir, içten dışa doğru açılan ve kişisel olanın evrenselle buluştuğu noktada duyulan güçlü ses oluyor. Bu noktadan sonra, Arkadaş Z. Özger'in şiiri, bize sürekli olarak, kapalı kalmış kapıları, unutulmuş duyguları ve susturulmuş sesleri yeniden duyma olanağı sunuyor. Yaşamın katılığı içinde yitip giden anlamları, şiirsel imgelem aracılığıyla yeniden canlandırıyor. Böylece şiir, yaşamın içindeki döngümüzün, insana özgü gerçekliğimizin sonsuz arayışına dönüşüyor. Arkadaş Z. de, dizelerinde bize bu sonsuz arayışın, bu içsel yolculuğun sesini bırakıyor. Onun şiiri, içtenliğin, duyarlığın, yaşama ve insana duyulan derin bağlılığın çağrısı hep…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.