ALİ NESİN ANLATIYOR....
İsviçre'de lisedeyim. Yaş 17 olmalı. Annem İngiltere'deki kardeşim Ahmet'i ve beni görmek için Avrupa seyahatine çıktı. Önce İngiltere'ye, sonra İsviçre'ye geldi. Ben Lausanne'dayım.
Annem trenden indi. Uçağa mecbur kalmadıkça binmez, ödü patlar. Nasıl korktuğunu anlatamam. Havada uçak görse, üstümüze düşer korkusuyla kendini en yakın sipere atar! Neredeyse…
Sofya-Moskova uçağında çişe gitmemize izin vermemişti, uçağın dengesini bozacağımızdan korkup...
Bir gün yedinci kattaki evinde soba borusu için bir çivi çakması gerekiyormuş. Merdiveni sürükleye sürükleye getirmiş. Bir elinde çivi, diğerinde çekiç. Merdivene çıkıyor. Her basamakta korku düzeyi artıyor. En tepeye çıkmış nihayet. Kan ter içinde. Çiviyi yerine yerleştirmiş. Çekici kaldırmış. Yükseklik korkusu tüm bedenini sarmış durumda. Hipnotize olmuş âdeta. Ateş saçan gözleri çivinin tepesine odaklanmış. Çivi, çekiç ve annem tek bir vücut… Çekici çiviye indirir indirmez ev sallanmaya başlamış. Deprem oluyormuş, ama annem çiviyi apartmanın zayıf noktasına indirdiğini, evin hassas dengesini bozduğunu düşünmüş…
Uçak bahsi açıldı mı akıl mantık kalmazdı. Nitekim bir gün bu korkularının ne kadar mantıksız olduğunu anlatmaya çalışırken lafımı kesip,
- Oğlum, demişti, korku dediğin duygu akıl mantık dinlemez ki...
Haklıydı.
İsviçre’ye geri dönelim. Annem Lausanne garında trenden indi. Karşımda bir Anna Karenina… Astragan kürküyle öylesine asil bir görünüşü var ki. Bir bakan arkasına dönüp bir daha bakıyor…
Cenevre’de liseden bir arkadaşı var. Kocası konsolos. Birkaç gün onlarda kaldık. Bizi gezdirdiler, yedirdiler içirdiler, çok iyi ağırladılar.
Dönüş günü geldi. Dönüş Lozan’dan. Doğu Ekspresi treni saat 13,18 gibi tuhaf bir saatte kalkıyor diye aklımda kalmış. Kaçta kalktığı önemli değil, belli bir saatte kalkıyor. Ve illa ki o saatte kalkar, ne bir dakika erken ne de bir dakika geç.
Münasip bir saatte Cenevre’den yola çıktık. Zamanımız var.
Gara vardık. Annemin bavulu da bayağı ağır. Oflaya puflaya merdivenleri indim, peronun numarasını buldum.
- Oğlum çabuk ol, treni kaçıracağız.
- Anne ya bavulu bu kadar dolduracak ne var?
- Hediye aldım oğlum…
Perona doğru koşar adım gidiyoruz.
- İşte tren.
- Oh yakaladık en sonunda!
Birden tren hareket etmeye başladı.
- Ali tren kaçıyor…
- Anne bin…
Binemiyor ki, tren hareket hâlinde. Annemi belinden tutup trene koydum. Kendisinden daha ağır olan valizini de yanına. Giderek hızlanan trenle yan yana gidiyoruz. Öpemedim bile annemi.
- Ali yanlış tren olmasın!
Kapının hemen yanındaki tabelaya baktım. Napoli yazıyor!
- Anne bu yanlış tren!..
İnmeye kalkıştı. Ama tren bayağı hızlanmış, ben yanında koşturuyorum, inerse Allah korusun çok kötü şeyler olabilir. Anna Karenina'nın sonuna benzer... İnmesini engelledim.
Annemin o an bana attığı o bakışı hayatım boyunca unutamayacağım. Gözlerini kocaman açmış, beti benzi atmış, ağzı dehşetten kocaman bir o harfi, sesi soluğu çıkmıyor, çıkamıyor... Sadece bana dehşetengiz bir ifadeyle bakıyor. Sanki toplama kampı trenine tıkıştırmışım, sanki fırında yakılmaya yolluyorum…
Babama haber vermem lazım. Aradım babamı.
- Alo Baba…
- Oğlum nasılsın?
- İyiyim babacığım, sen nasılsın?
- Ben de iyiyim…
- Çok kötü bir şey oldu Baba.
Heyecanlandı.
- Ne oldu?
- Annemi yanlış trene bindirdim…
Kısa bir sessizlikten sonra babam rahatlayıp gülmeye başladı.
- Nereye gitti?
- Napoli'ye…
- Oğlum Napoli çok yakın, Singapur treni filan yok muydu?
Kahkahalar…
(ALİ NESİN, Facebook sayfası, 6 Ocak 2025)
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.